Son Dakika
Tüm peygamberler, hicreti öğretmek için gönderildiler. Hz. Nuh, hicretin gemisini karada yapmayı öğretti. Tuğyan olan yerde tufan olurdu. Nitekim tufan isyan edenler için bir felaket, iman edenler için bir hicret oldu.
Yokluk, hicretin sıfır noktasıydı. Her şey hicretle başladı. Varoluş bir hicret oldu. Yokluktan varlığa, “adem”den “bu dem”e hicret.
Hicret, ilahi rububiyyetin kaçınılmaz sonucuydu. Zira terbiye, kalıp olarak basitten mürekkebe, ilkellikten olgunluğa, noksanlıktan kemale doğru bir hicreti ifade ederdi.
“Biz her canlıyı sudan kıldık” buyuran Âlemlerin Rabbi, canlıların hicretini sudan başlatmıştı; yürüyen, sürünen, uçan canlıların.
Topraktan (min türabin) geçti, çamurdan (min tinin) geçti, balçıktan (min hamein) geçti, süzülerek konsantre edilmiş ve özel işlemden geçirilmiş balçıktan (min hamein mesnun) geçti, ses veren/konuşan bir canlı aşamasına (min salsalin) geçti, dayanıklılık testinden (min salsalin ke’l-fahhar) geçti. En nihayet su, toprak, hava ve ateş Alemlerin rabbi’nin kudret elinde “beşer” olarak göründü.
Beşer bu canlıların müstesnasıydı. Beden ve can sahibiydi. İnsan olması için “alaka” kurması, “ünsiyet” sahibi olması gerekiyordu. Yani hicretine devam etmesi gerekiyordu. Eğer canlıların hicreti dursaydı, insan insan olamayacak, beşer kalacaktı.
Hicreti hayatın sırrı yapan Allah ruhundan üfledi. Vahşi beşer, kendine ve Rabbine ünsiyet kesbetti. Ruh-u menfuh ile irade ve akıl sahibi oldu. İşte insan oluş hicretinin bu dönüm noktasında, ceset ve can ruhlandı, akıllandı ve irade sahibi oldu. İşte tam bu noktada bilgiyi keşfetti:
“O sonsuz rahmet sahibi olan Rahman insanı yarattı! Ona kendini ifade etmeyi öğretti.”
“Oku ki Rabbin sonsuz cömertlik sahibidir: O ki öğrenme araçlarını öğretti, O ki insana bilmediğini öğretti.”
Eşyaya isim koymak, öğrenmeyi öğrenmek ve hatta öğretmek, hepsi ruh-u menfuh’un içinde üflenen irade ve akıl sayesindeydi. O halde bu ruhun önünde melekler eğilmeli, böyle bir ruha sahip olanın emrine amade olmalıydı:
“Ne zaman ki ona Ruhumdan üfledim, işte o an secdeye kapanın!”
Âdemoğlu’nu temsil eden Âdem ilk bilinçli muhacirdi. Bilinçliydi, zira bilinçsiz günaha “isyan” ve “iğva” denmezdi. Ademoğlu, kendisi için dayanıp döşenen dünya misafirhanesinin kutlu misafiriydi. Cennet de olsa, bir başka yerde kalamazdı. Madem irade sahibiydi, cenneti hak etmeliydi. Tüketim cennetinde yaşamamalıydı.
Âdem dünyanın ruhuydu. Onsuz dünya, ruhsuz bir cesetti. Ahiret de hayatın ruhuydu. Ahiretsiz bir hayat, ruhsuz bir cesede benzerdi.
Bir soru: Âdem dünyaya sürgün mü edildi, tayin mi edildi?
Ve cevabı: “Daha sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi; ve dedi ki: oradan hep birlikte çıkın…” (122-123)
Öyle anlaşılıyor ki, Şeytan günahında ısrar ile İblis olurken, Adem günahına pişman olarak adam oluyor ve kendisine iradesini kullanacağı bir alan açılıyor. O alan dünya. Ve dünya Ademoğlunun tevbesine karşılık bir ödül olarak veriliyor.
Tüm peygamberler, hicreti öğretmek için gönderildiler.
Hz. Nuh, hicretin gemisini karada yapmayı öğretti. Tuğyan olan yerde tufan olurdu. Nitekim tufan isyan edenler için bir felaket, iman edenler için bir hicret oldu.
Hz. İbrahim muhacirlerin piriydi. İnsanlığa küfürden, zulümden ve şirkten nasıl hicret edileceğini öğretti. Nemrud’un zulüm diyarından inancını özgürce yaşayabileceği bir toprak arayışı için çıkarken; “Ben Rabbime hicret ediyorum” demişti.
Hz. Hacer, hicretin kutlu gelini, İsmail hicretin bebeğiydi. Bebeğin hicreti, kendisini babasının elindeki bıçağın altına kadar getirdi. O hicretin teslimiyet olduğunu öğretti.
Hz. Yakub’un gözü, kaybettiği Yusuf’un ardından hicret etti; Yusuf’un iffet gömleğiyle tekrar dönmek üzere. Yusuf’un hicreti ise kuyulara atılmak, köle diye satılmak, iffet, liyakat, hikmet, hizmet ve gayretle Mısır’a sultan olmaktı. Hz. Yusuf, “Bir muhacir ne yapabilir?” sorusunun en çarpıcı cevabıydı.
Hz. Musa, prenslikten çobanlığa, saraydan ağıla, imkândan mahrumiyete hicreti öğretti. Hicretin hakkını veren bir çobanın adalet asası, Firavun’un zulüm kırbacını yenerdi. Hz. Musa’nın hicreti, “Sen muhacir olmayı seçersen, denizler sana yol verir, dağlar önünde eğilir, çöller sofranı hazırlar” demekti. Hz. Musa muhacir doğdu, muhacir öldü.
Hz. Davud iktidarın hicretin atı olduğunu, Hz. Süleyman güç ve servetin hicretin ayakkabısı olduğunu öğretti. Hz. Zekeriyya ve Yahya, şehadetin bir hicret olduğunu öğrettiler. Hz. İsa, insanlığı nefret ve zulümden sevgi ve merhamete hicrete çağırdı.
Ve Alemlere Rahmet, hicretin medeniyet olduğunu öğretti.
İnsan müebbed muhacir, hayat ebedi hicrettir. Hicretin hakkını verenlerin yolunun sonu inşaallah cennettir. 1436 Hicri yılı, hepimize bereketler getirsin.
Hicret Medeniyeti:
Her şey o “ilâ” edatında gizli. Kimi zaman ismin “e” haline, kimi zaman zarf vurgusuyla “..e doğru” anlamına gelen “ilâ” edatında. “Elbet biz Allah’a aitiz, yine O’na döneceğiz” derken de, “Nereye kaçmalı?” sorusuna verilebilecek en çaplı cevap olan “Allah’a kaçınız!” derken de, “Her işin sonu Allah’a varır” derken de, “Her yolun sonu Allah’a çıkar” derken de bu böyle.
Bütün bir yaratılmışlar alemi hicret halinde. Aslında vahyin sık kullandığı “tesbih” kavramı, bu hicretin maddi alemdeki ifadesi. Kainattaki hareket kanunları, aynı zamanda kevnî hicretin de kanunlarıdır. Ve yaratılmışlar aleminde hiçbir hiç bir şey yoktur ki, hicrete koyulmamış olsun: “Her şey O’nu hamd ile tesbih halindedir; fakat siz bunun farkında olamayabilirsiniz.” Gezegenler, yıldızlar, sistemler, galaksiler, evrenler hep hicret halinde…
İnsanoğlu müebbet muhacir.
İnsanın elementer kökeni, uzun, upuzun bir hicretin akıllara hayranlık veren ifadesidir. “Sudan, topraktan, balçıktan, konsantre balçıktan, kurutulmuş balçıktan, pişiriliş balçıktan, süzülmüş balçıktan”… Bütün bunlar canlı hayatın elementer kökenindeki ara durakları ifade eder. Her bir duraktan yola çıkışı ifade eden “min” edatları, aslında yeni bir başlangıca delalet eder. “Min” çıkış noktasını, “ilâ” varış noktasını ifade eder: “..den, ..e doğru”…
Aslında âkil çıkmayınca varılmayacağını bilendir, ârifse varmayınca çıkılmayacağını bilen. Yaratılmanın yolcu olmak olduğunu, hayatınsa yol olduğunu bilen yola çıkar. Başlangıcı sadece çıkmak, ortası hem çıkmak, hem varmak, nihayeti ne çıkmak ne varmaktır bu olun. Bir çember gibi, çıkışla varış bir olur, varmak çıkmak, çıkmak varmak olur.
Sperme hicret yeteneği bahşedilmeseydi canlı hayat olmazdı. Döllenmiş yumurtanın anne karnındaki gelişimini ifade eden embriyolojik gelişim de hicret yasalarına bağlı. Meni’den nutfe’ye, nutfe’den ‘alaka’ya, ‘alaka’dan mudğa’ya… baştan sona ilahi mucizelerle dolu olan insanın hayat yürüyüşü böyle devam eder. Doğum da ölüm de bu müebbed muhacir olan insanın hicretinde iki aşadan başka bir şey değildir.
Adem’in şahsında Ademoğlunun ‘cennet’ten hubutu, âlem-i lâhuttan âlem-i nâsûta, aşkından içkine olan bir hicretti. Bu hicretin sonunda insan Medine’sini kurdu: İrade. Bu Medine, yukarıdan aşağıya inilmeden kurulamazdı. Borç verilmeden borçlu nasıl sınanırdı? Deyn olmadan, deyyân ne işe yarardı? Deyyân olmadan, Medine nasıl Medine olurdu?
Bu iradeyle kendisinden ikinci bir hicret istendi: Miraç. Her peygamberin hicreti olduğu gibi, miracı da vardı. Ve her Miraç, hicretten önce gerçekleşirdi. Çünkü hicret, “kaçmak” değil, “göçmek” idi. Bu ikisi arasındaki fark “değer” farkı idi. Kaçanlar değerlerini bırakıp gidenlerdi, göçenler ise değerlerini götürenler… Derinliğine bir hicret olan Miraç ise, işte bu bağlamda bir “değer tesbit” yolculuğuydu.
Hz. Nuh’un hicreti suda oldu. Tufan, tuğyan edenler için bir felaket, iman edenler için bir hicretti. Hz. İbrahim’in hicreti karada oldu. O Yâr için diyarı terk etmenin, Yâr’e yürümek olduğunu dile getirdi. Kur’an bunu ölümsüzleştirdi: (İbrahim) dedi ki: “Ben Rabbime doğru yürüyen bir muhacirim” (29:26). O, “yürümekle varılmayıp, varanların yürüyenler olduğunu biliyordu. Terk etmeden kavuşulmayacağını, ayrılmadan buluşulmayacağını, feda etmeden elde edilmeyeceğini, bırakmadan tutulmayacağını da…
Kâbe, kabul olmuş bir hicretin nişanesiydi. Hac ise, makbul bir hicretin provası. Nasıl ki Yesrib Hz. Muhammed’in Medine’si olduysa, Mekke de Hz. İbrahim ve İsmail’in Medine’si idi. İsmail’in annesi tarihe ve vahye adıyla değil sanıyla, yani eylemiyle geçti: Hicretin gelini Hacer…
Hz. Yusuf hicrete çıksın diye atıldı kuyuya. Denize bırakılan bebek Musa, aslında hayatın hicret olduğunu öğreten Rabbin insanlığa verdiği dersti. İnsanoğlu Hz. İsa, “Men ensârî ilallah: Allah’a göden yolda bana kim yardımcı olur?” (61:14) diye sorarken, aslında “hicretin tozlu yolunda bana kim yol arkadaşı olur?” demeye getiriyordu.
Ve sıra insanlık yükünü omuzlamak için yola çıkan büyük muhacirdeydi. Alemlere rahmet olmak için yola çıkarılanda.
Hz. Peygamber’in miracını ölümsüzleştiren ayetlerin yer aldığı İsra suresinde, ilk defa doğduğu topraklardan çıkarılacağı ihbar ediliyordu (17:76). Bu mucizevi ihbar, bir başka ihbar ile müjdeye dönüşüyordu: “fakat senin ardından onlar da pek fazla kalamayacaklar”…
Hicret ne bir pes ediş, ne de bir küfürden kaçış idi. Zira karanlıktan kaçılmaz, iman nuruyla aydınlanınca, karanlık kendiliğinden kaçardı. Fakat hicret, imkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere intikal etmek idi. Allah Rasulü de öyle yaptı. İmkanların tükendiği yerden, imkanları üreteceği yere değerlerini taşıdı. Bu bir başlangıçtı. O sadece Yesrib’i Medine yapmadı. Medine’nın şahsında bir hicret medeniyetinin temellerini inşa etti. Kısa zamanda bir iman sakası gibi yeryüzünün dört bir yanına gönül gönül iman taşıyan yürek fatihleri, işte bu temeller üzerinde yükselttiler medeniyet binasını.
Eğer hicret gibi köklü bir sünnet olmasaydı, Muhammedi davet de diğer bir çok inanç ve ideoloji gibi, kapalı havza toplumu oluşturarak kendi içine kapanırdı. Böyle olsaydı, çağları aşıp bugünlere gelemezdi. Ama tam tersi oldu. Hicret sünneti sayesinde, Müslümanlar sıkıştırıldıkları yerden “huruç” ettiler. Medine kılacak yeni Yesrib’ler arayıp buldular. Oralardan yola çıkıp, kayıp Mekke’lerini yeniden kazandılar.
Hicret medeniyetinin kökleri duruyor. Hiç kuşkunuz olmasın, bugün de öyle olacaktır.
Etiketler: 1436 Hicri yılı » Âdemoğlu » ahiret » alaka » beşer » Firavun » haç » hicret » Hicret sünneti » Hz. Davud » Hz. Hacer » Hz. İbrahim » Hz. İsa » Hz. Musa » Hz. Nuh » Hz. Peygamber » Hz. Süleyman » Hz. Yakub » Hz. Yusuf » Hz. Zekeriyya » Kabe » medine » mekke » Mirac » Sperme hicret » tuğyan » ünsiyetYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER