logo

08 Aralık 2018

Spinoza ve aforoz


Mustafa Öztürk
m.ozturk@gmail.com

Yahudi asıllı ünlü filozof Spinoza’nın kendi dinî cemaati içerisindeki konumu ile günümüz Türkiye’sindeki cemaatçi müslümanlar nezdindeki konumumu epey zamandan beri birbirine benzetirim. Cemaatçi yapılar nezdinde benim konumum “anomali”ye karşılık gelir. Steven Nadler’in Spinoza A Life eserinin tercümesinde Ulus Baker’in ifade ettiği gibi Spinoza da kendi çağının bir anomalisidir. Muhtemelen İspanyol veya Portekiz göçmeni bir Yahudi ailesine mensup olan Spinoza 1656 yılında henüz 23-24 yaşlarında bir genç iken Amsterdam Yahudi cemaati tarafından aforoz edilir. Aforoz (Cherem) metninde şu ifadelere yer verilir: “(…) Onu gündüz ve gece, uyuduğunda ve uyandığında, sokağa çıktığında ve evine döndüğünde lanetliyoruz… Tanrı’nın öfkesi ve kıskançlığı ve bu kitapta yer alan bütün beddualar onun üstüne olsun; Tanrı onun ismini kendi katından silsin… Kimse onunla yazılı veya sözlü yoldan iletişim kurmayacak, ona herhangi bir iyilik sağlamayacak, aynı çatı altında bulunmayacak ve onun tarafından yazılan hiçbir eseri okumayacaktır.”

***

Spinoza gençlik çağlarında Yahudilikteki geleneksel öğretiler ve genel kabullere karşı çıkar. Başlangıçta sert biçimde uyarılan filozof görüş ve düşüncelerini savunmaya devam edince Yahudi tarihinin belki de en ağır aforozuna uğrar. 1656 yılında uygulanan bu aforoz hükmü resmî olarak hâlen kaldırılmamıştır. 23-24 yaşlarından itibaren tüm Yahudi dostlarından ve aile efradından koparılıp insanlarla görüşme yasağı getirilen Spinoza inzivaya çekilir. Daha sonra hahamların talebi üzerine Amsterdam Belediyesi’nin kararıyla yaşadığı şehirden de ayrılmaya mecbur edilir. Her ne kadar aforoz gerekçesi açıkça tasrih edilmemiş olsa da sonradan yayımladığı eseri Tractatus Theologico-Politicus’tan anlaşıldığı kadarıyla Spinoza, “Her şey Tanrı’dadır” sözünde ifadesini bulan pan-enteist Tanrı tasavvuru başta olmak üzere Tora’nın otantik bir metin olmadığı, peygamberlerin tebliğ ettiği mesajların muhayyile gücüne dayandığı, geleneksel mucize anlayışının savunulabilir bir tarafının bulunmadığı, Yahudilerin seçilmiş bir halk olmadığı gibi görüşlerinden -ki özellikle vahiy ve nübüvvetle ilgili görüşlerine benzer görüşlerin İslam Meşşâî filozoflarınca da dillendirildiği malumdur- dolayı kendi cemaatinden kovulmuş olsa gerektir.

Leibniz’den Hegel’e, Kant’tan Freud’a kadar sayısız düşünürü derinden etkileyen Spinoza skolastik dinciler tarafından “ateist” veya “Tanrı sarhoşu” olarak ilan edilmişse de gerçekte o, dinin özünü değil, dinî gelenekteki Tanrı, vahiy, peygamberlik ve mucize anlayışlarını eleştirmiştir. Spinoza’ya göre peygamberler vahyi muhayyile gücünün yardımı olmaksızın alamazlar. Ayrıca vahiy her peygamberin yaradılışına, mizacına ve daha önce sahip olduğu düşüncelerine göre değişir. Yine Spinoza’ya göre Eski Ahit’te gerçekten yaşanmış hadiseler gibi aktarılan birçok kıssa aslında temsîlîdir. Mesela, Tanrı’nın gökten indiği ve Sina Dağı’nın üzerine inince dağdan dumanlar yükseldiği, İlya’nın bir ateş arabasında göklere yükseldiği gibi anlatılar semboliktir.

“Öylesine çok sayıda mucize bile İsrâillilerin sağlıklı bir Tanrı kavramı oluşturmalarını sağlamadı. Tarihî tecrübe bunu kanıtlar: Musa’nın onları terk ettiğini zannedince Harun’dan, görebilecekleri ilahlar istediler. Ne utanç! O kadar mucizeden sonra, Tanrı hakkında oluşturabildikleri tek ide hepi topu bir buzağıydı” diyen Spinoza mucize konusunda da çok dikkat çekici görüşlere sahiptir. Ona göre her şeyin Tanrı tarafından belirlenip düzenlendiği ve tabiatta olup biten her şeyin esas itibariyle ilâhî iradeden neşet ettiği bilinince şöyle bir sonuca ulaşılır: Doğal nesneler ve bunların ilk nedenlerine hangi düzeyde bağlı olduklarını ne kadar iyi anlar ve bilirsek, Tanrı’yı ve O’nun iradesini de o kadar iyi anlar ve tanırız. Bu sebeple anlama yetimizi göz önünde tuttuğumuzda, açık seçik tanıyıp bildiğimiz işleri/eserleri mucizelere göre çok daha haklı olarak Tanrı’nın işleri/fiilleri olarak adlandırabiliriz ve dolayısıyla bunları henüz künhüne vâkıf olamadığımız öteki işlere/eserlere (mucizelere) göre daha fazla Tanrı’nın iradesine bağlayabiliriz. Çünkü açık seçik biçimde tanıyıp bildiğimiz tabiat olayları bize daha çok katıksız Tanrı bilgisi verir.

***

Şayet kutsal kitap tarihteki bir olayı tarihçilerin anlatım tarzıyla tasvir etseydi, insanlar bundan etkilenmezdi. Oysa şiirsel tasvir üslubu benimsendiğinde ve olup biten her şey doğrudan Tanrı’ya atfedildiğinde bu tarz bir ifade ve anlatımın son derece etkileyici olduğu şüphesizdir. Kutsal kitap olayları ikincil derecede önem arz eden faktörler ve akla uygun ifadelerle açıklamaktan öte bilhassa sıradan insanların hayal güçlerini okşayıp ele geçirmeyi amaçlar. Bu nedenle olayları tam değil, eksik biçimde aktarır. Çünkü bu aktarımda amaç insanları olayların sebeplerine inandırmak değil, onları etki altına almaktır. Başka bir ifadeyle, nesneler ve olayları doğal nedenlerine dayanarak açıklama gibi bir işlevi bulunmayan kutsal kitaplar beşerî anlayış ve kavrayış düzeyini göz önünde tutarak insanlar üzerinde derin etkiler bırakacak şeyleri anlatır ve bunu yaparken de insanlarda daha çok hayranlık uyandıracak ve aynı zamanda ilâhî kudrete saygı fikrini aşılayacak şiirsel bir dil ve üslup kullanır.

(KARAR)

Etiketler: » » » » » » » » »
Share
558 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...