Son Dakika


Bu ülkede yönetimler uzun yıllar Ortadoğu’ya bataklık gözüyle baktı.
Burnumuzun dibinde cereyan eden olaylara kayıtsız kalındı. Bu hengâmeden uzak durulursa bize bulaşmaz önyargısının safsatasıyla hareket edildi.
Amerikan Başkanları karşısında süklüm püklüm durmak siyaset sanıldı. Bana değmeyen yılan bin yaşasın itikadıyla uyuşuk, hımbıl bir duruş benimsendi.
Bir yandan da dört tarafımızın düşmanlarla çevrili olduğu söylemi diplomasinin müşiri oldu.
Türkiye’nin de bir Ortadoğu ülkesi olduğu neredeyse unutuldu, yok sayıldı.
Sınır komşumuz olan ülkelerin hepsi Türkiye’nin “tarihi düşmanları” olarak ilan edildi.
Bu paranoya ilk defa Turgut Özal döneminde reddedildi. “Tarihi düşmanımız Yunanistan” ile ilk defa onun zamanında resmen diplomatik yakınlık bağları kurulmaya teşebbüs edildi. 1988 yılında Türkiye Başbakanı Turgut Özal ile Yunanistan Başbakanı Andreas Papandreou Davos’ta el sıkıştı. Bu buluşma ve el sıkışma Türk diplomasisinde bir dönüm noktası sayılsa yeridir. İlk Körfez Savaşında (1991) Özal’ın ABD ile birlikte Kuzey Irak’a çıkması önlendi. Aynı mahfiller İkinci Körfez Savaşında (2003) bu kez Tayyip Erdoğan’ın Kuzey Irak’a çıkmasını önlediler.
Türkiye uzun yılların ardından kendisinin de bir Ortadoğu ülkesi olduğunu, oradaki her kıpırtının eninde sonunda bu ülkeye sarsıntı halinde yansıyacağını kavradı. Hâlihazırda bölgenin en aktif aktörlerinden biri olarak tarihi misyonunu icra ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, 17-27 Eylül 2019 tarihleri arasında gerçekleştirilen BM 74. Genel Kurul Toplantısındaki konuşması her cümlesiyle başta “5 Büyükler” olmak üzere, dünyaya bir meydan okuma tonundaydı. Meydan okuma tavrı sadece benim teşhisim değil, dünya kamuoyu ve siyasî mahfiller de aynı kanıda buluşuyor. İşte o konuşmadan bazı başlıklar:
1. “Nükleer silahlara sahip olanların olmayanları özellikle tehdit etmesi, nükleer güce dayalı kitle imha silahlarının tümden yok edilmek yerine, her krizde bir koz olarak ortaya konması, herkes gibi bizi de rahatsız ediyor. Nükleer güç ya herkese yasak ya da herkese serbest olmalıdır.”
2. “Bu gün uluslararası camia, geleceğini tehdit eden terör, açlık, sefalet, iklim değişikliği gibi sorunlara kalıcı çözüm üretme kabiliyetini giderek yitiriyor.”
3. “Dünyanın şanslı bir azınlığı dijital teknolojiyi, robotları, yapay zekâyı, obeziteyi tartışırken, 2 milyarı aşkın insanın yoksulluk, 1 milyara yakın insanın açlık sınırının altında yaşıyor olması çok acıdır.”
4. “Bu kürsüden yıllardır insanlığın kaderinin sınırlı sayıdaki ülkenin ihtiyarına bırakılamayacağını söylüyorum. Burada, sizlerin huzurunda tekrar ediyorum, dünya beşten büyüktür.”
5. “Yaklaşık 1 milyon insanın ölümüne, 12 milyonu aşkın insanın yerinden edilmesine, bunların yarısının da ülke dışında yaşamak zorunda kalmasına yol açan Suriye krizini artık sona erdirmenin zamanı gelmiştir.”
6. “Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı’nın mahkeme salonunda çırpınarak ölmesi ve ailesinin defnine müsaade edilmemesi içimizde kanayan yaradır.”
7. “Yüzyılın anlaşması olarak takdim edilen girişimin amacı Filistin Devletinin ve halkının mevcudiyetini tamamen ortadan kaldırmak mıdır? BM’nin, Güvenlik Konseyinin, İsrail’e ilişkin kararları uygulamaya geçmiyor. O zaman BM ne işe yarıyor? Aldığımız kararlarla tesirli olamıyorsak adalet nerede temerküz edecek!”
Bu cümlelerin her biri ve dahası “5 Büyüklere” saplanmış bir zokadır.
Doğaldır ki bu meydan okuma aynı zamanda bir riski göze almayı da gerektiriyor.
Uluslararası sermayenin ve uluslararası basın kuruluşlarının bu söylemden rahatsızlık duyacağı belli. Ancak dünya kamuoyunun bu retoriğe kulak kabartacağı da belli…
Bu cümleler, arkasında onu besleyecek güce dayandığı için söyleniyor. Yoksa içi boş ve kof cümleler olarak havaya savrulmuyor…
(YENİ ŞAFAK)
Etiketler: Rasim ÖzdenörenYorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
02 Mart 2020 YAZARLAR
02 Mart 2020 YAZARLAR
04 Ocak 2020 YAZARLAR
03 Ocak 2020 YAZARLAR