logo

Velayet davası ve “tercih edilmeme” psikolojisi üzerine


Fatma Barbarosoğlu
f.barbarosoglu@gmail.com

En aşikar konularda bile bir kafa karışıklığının, birbiriyle temas etmesi mümkün olmaması gereken “çatışmacı yorum”ların içinde buluyoruz kendimizi. Sadece sosyal medyada değil, günlük hayatın her safhasında karşımıza çıkıyor durum.

Çarşamba günü yayınladığım, çocukların velayet hakkına dair yazdığım yazıya, iki farklı yorum geldi: “Yargıtay en doğrusunu bilir, kararın çocuklara bırakılması en doğrusudur.” Bu yorumu dile getirenler arasında, Hz. Peygamber de benzer durumda çocuğa sormuştu diyenler çıktı.

Önce şu konuyu berraklığa kavuşturalım. Hakimlerin çocukların fikrini sormasına itiraz ediyor değilim. Bendenizin itiraz ettiği nokta, kararın sorumluluğunu çocuğun hayatına yüklenmesi. Neden mi? Bizim toplumumuz çocuk daha konuşmaya başlar başlamaz anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı diye sorgulama eğilimindedir.

Minicik çocuğun kendi adını zikretmemiş olmasını pek kolayına hazmedemez ebeveynler. Hal böyle iken evladı tarafından seçilmişlik/ seçilmemişlik ayırımına uğrayan ebeveynin, kendisini tercih etmeyen çocuğunun sorumluluğunu hiç şüphesiz yerine getireceğinden nasıl emin olabiliriz?

Çocuğunun maddi-manevi geleceğini düşünen ebeveynler zaten bunu mahkemeye başvurmadan, kendi aralarında bir karara bağlayacak olgunluğu gösteriyor genellikle.

Velayet davasında seçimin çocuğa bırakılması ile ilgili diğer yorumların ortak noktası daha çok teknolojik hediye vaat eden ebeveynin kazanacağı yönünde oldu. Bu yorum çocukları fazla paragöz tüketiciler olarak imlediği için rahatsız edici, çocukların manevi ihtiyaçlarını hiç göz önünde bulundurmayan aşırı yargılayıcı bir tutum ile karşı karşıyayız.

Hukukun çözmesini bekleyen her sorun temelinde ahlaki bir sorumluluğa dayanır.

Velayet davasında çocuğun tercihi konusunda tartışmaya doğru yönden bakmamızı sağlayacak bir film, İranlı yönetmen Ashgar Ferhadi’nin “Bir Ayrılık” filmi.

Film mahkemede başlar ve mahkemede son bulur. Ayrılmak üzere mahkemeye başvuran Nadir ve Simin çifti birbirinden şikayetçi değildir esasında. Simin kocası için “O çok iyi bir insan” diye başlıyor cümlesine. Çok iyi bir insandan niye boşanmak ister ki bir kadın? Hakim de bunu soruyor elbet. Simin’in verdiği cevap akışkan modern zamanlarda “aile kurumu”nun çektiği sarsıntıyı sıradan ve fakat çarpıcı bir şekilde ifade ediyor: “O benimle gelmiyor.”

Bir yere gidilecektir fakat o gidilmesi gereken yer konusunda anlaşmazlık çıkmıştır, gidilecek yere gidilemiyorsa o halde boşanılacaktır.

“Gidilecek yer” kısmını istediğiniz “yer” ile doldurabilirsiniz.

Filmin gidilecek yeri İran dışında bir yer. Avrupa ya da Amerika. Sebep? Biricik evlatlarına daha iyi bir eğitim, daha iyi bir gelecek sunmak için.

Başlangıçta bu ortak hedef konusunda hemfikirdir karı-koca. Sonra ne olmuştur?

Sonra, taraflardan birinin evlat olarak sorumluluğu devreye girmiştir. Çünkü Nadir’in babası Alzheimer olmuştur.

Kadın ve erkeğin aile olmak konusundaki gönülsüzlüğünün, taraflardan birinin ebeveyni için sorumluluk alması gerektiğinde ortaya çıktığı hepimizin yakından bildiği bir gerçektir. Filmin “gerçeği” de tam da buradan boy veriyor. Kendisinden boşanmak için mahkemeye başvuran kadın “eğer gelmeyi kabul ederse boşanma talebimi geri çekerim” diye “seçeneksiz” bir seçenek sunmaktadır kocasına.

Sunulan “seçenek” Nadir için bir seçenek olamayacak kadar vicdan dışıdır. Nadir’in cevabı hayırdır: “Babamı bırakamam”.

Film boyunca empatiden yoksun bir tip olarak karşımızda duran Simin, “Ama karını bırakabilirsin?” diye kaprisli bir karşılık verir. Kaprisle verilmiş bir cevaptır, çünkü Nadir’in babası tek başına bırakılamayacak, bir başkasına emanet edilemeyecek kadar bakıma muhtaçtır.

Kendi çocuğunun geleceği için her türlü fedakarlığa hazır olan kadın, nasıl oluyor da hayatını birleştirdiği adamın, babasına oğul olarak sorumluluğunu yerine getirmesine karşı çıkabilmektedir? Simin’in bu konuda kafası da kalbi de gayet “net”. “Babası onun oğlu olduğunu bile bilmiyor.”

Nadir’in verdiği cevap Bauman’dan mülhem tam da şu formüle oturuyor: Saygınlık/haysiyet: Onur+ sorumluluk+ empati.

Yakını Alzheimer olanların çok yakından bildiği bir cevaptır Nadir’in cevabı: “Ben babam olduğunu biliyorum ama.”

Kendisinin istikbali üzerinden başlayan ve mahkemede devam eden tartışmayı çiftin kızı Termeh adeta hayatın dışından bir seyirci olarak izler. Ona sorulsa yurt dışı tercihini değil, anne ya da babasın değil, ebeveyni ile aynı çatı altında kalacağı bir yuvayı tercih edecektir.

Ona sorulsa…

Filmin sonunda hakim ona sormaktadır. Annesi ve babası endişe ile kararı beklemektedir.

Meraklısı için not: “Bir Ayrılık” filmi çok katmanlı bir film. Filmi kadın dindarlığı ve sorumluluğu açısından okumak da mümkün. Modern Simin’in tercihleri ve vicdanı ile Alzheimerli babaya bakması için tutulan bakıcı Razieh’in Allah korkusu, karşılaştırmalı bir okuma için çok iyi bir izlek sunuyor.

(YENİ ŞAFAK)

Etiketler:
Share
587 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...