logo

07 Ocak 2019

Suriye tartışmasına devam


Hakan Albayrak
h.albayrak@gmail.com

Geçen yazımda, Hür Suriye Ordusu’nun halihazırda sadece Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde var olduğunu (İdlib’i de ekleyelim) ve sadece Türkiye’nin tayin ettiği sınırlar dahilinde hareket edebildiğini belirtip, ‘Bu orduya muhacirlerden yüzbinlerce yeni askerin katılabilmesi için gereken alt yapı mevcut olmadığı gibi, o kadar askere ihtiyaç duyulan cepheler de yok’ demiştim. Bazı okurlar, Hür Ordu’nun geçmişte pek çok cephede savaştığını hatırlatıp ‘O zamanlar eli silah tuttuğu halde bu cephelerde savaşmak yerine ülkemize kaçan Suriyelilere ne demeli?’ diye sordular. ‘Muhalifler kazanamayacakları bir savaşa niye girdiler ki?’ diye soranlar da oldu. Öyleyse 2012-2013’e dönelim…

Suriye topraklarının yarıdan fazlasına Hür Ordu ve diğer mutedil gruplar hakimdi. Halep’in göbeğine devrim bayrağını diken, Hama ve Humus’ta da büyük ölçüde hakimiyet sağlayan, Rakka’yı tamamen kontrol altına alan, Şam’ın etrafındaki birçok ilçeyi de ele geçiren, aynı zamanda Ürdün sınırına yakın yerlerde de fırtına gibi esen, rejimi kuşatma altına alan ve dahî rejimin kalbine başarılı taarruzlarda bulunan devrimciler -hiç şüphesiz- savaşı kazanma istidadı gösterdiler. O dönemde rejimin bombardımanından kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin de hatırı sayılır bir kısmı eli silah tutan erkeklerdi, evet; fakat en parlak dönemlerini yaşayan ve zaten yeterince –yüzbinlerle ifade edilen sayıda- askere sahip olan silahlı devrim gruplarının onlara ihtiyacı yoktu. Rejime nihai darbeyi bir an evvel indirmek, Suriye halkının çilesine bir an evvel son vermek için çırpınan Hür Ordu ve refikleri, yeni askerlere değil yeni silahlara -başta uçak düşüren füzeler olmak üzere ağır silahlara- ihtiyaç duyuyor ve bu desteği bilhassa Türkiye’den bekliyordu.

Meselenin müzakere yoluyla çözülemeyeceği, daha 2011’de, Şam ve Dera’da protesto gösterilerinin ve bu gösterilere kanlı müdahalelerin başladığı Mart ayının ortalarından Ağustos ayının ortalarına kadar Esed’i ve sonra Esed’in arkasındaki İran yönetimini barışçıl bir çözüme ikna etmeye çalışan Türkiye’nin bütün gayretlerinin boşa çıkmasıyla belli olmuştu. Barışçıl göstericilere ateş açma emrindeki ısrar, rejim ordusundan kitlesel firarlara ve Hür Suriye Ordusu’nun doğuşuna yol açtı. Sivil halk ayaklanması silahlı devrim mücadelesine dönüştü. Keşke rejim muhalifleri her şeye rağmen silahlı mücadeleden uzak durmanın bir yolunu bulmuş olsalardı; ama ne yapalım ki öyle olmadı işte. (“Savaş, AKP iktidarının Suriyeli muhaliflere verdiği cesaret yüzünden başladı” diyenler halt ediyor! Esed rejiminin hunharlığı yüzünden başladı savaş. Rejim muhalifleri savaş başladıktan sonra tabii ki Türkiye’den yardım bekleyeceklerdi; ama bu başka bir şey. Yüzlerce Suriyeli devrimci tanıdım, “Bu işe Türkiye’ye güvenerek girdik” diyen bir kişiye bile rastlamadım.) O noktada bile barışçıl çözüm imkânı -bu sefer Esed’siz formüllerle- mevcuttu; fakat Şam’ın dizginlerini tamamen ele geçiren Tahran buna yanaşmayınca, iki tarafı da ‘ya hep ya hiç’ demeye sevk eden bir sürece girildi ve devrimciler rüştlerini kısa sürede ispat ederek yukarıda tasvir edilen manzarayı oluşturdular. Ankara’ya düşen, devrimcilerin bir an evvel zafere ulaşması için elinden geleni yapmaktı artık. Nitekim Sancaktar dergisinin Eylül 2012 tarihli tanıtım sayısında demiştik ki: “Mevcut felaketi sona erdirmek ve mutedil Hür Ordu’nun kontrolü dışında çıkabilecek olan mezhep savaşları gibi daha büyük felaketlerin önüne geçmek için tek yol Hür Ordu’nun vurucu gücünü alabildiğine arttırarak Esed’e bağlı güçleri bir an evvel darmadağın etmesini sağlamaktır.”

“IŞİD” daha ortada yoktu, rejime karşı silahlı mücadelede aşırılıklar henüz tali bir meseleydi, “YPG” daha palazlanmamıştı, İran henüz var gücüyle sahaya inmemişti, Rusya’nın korkunç müdahalesi daha söz konusu bile değildi. Rejim perişan haldeydi. Mutedil devrimcilerin önü açıktı. Onların zafere ulaşmasına, Suriye’nin barış ve huzura kavuşmasına, Şam’da demokratik bir yönetimin kurulmasına fevkalade müsait görünen bir ortam vardı. Yüzbinlerce insanın ölmesi, milyonlarca insanın mülteci olması çok büyük bir ihtimalle önlenebilirdi. Ne yazık ki Ankara gerekeni layıkıyla yapmadı veya yapamadı. Başkaları da yapmadı veya yapamadı. Devrimciler buna rağmen ilerleyişlerini sürdürebildiler, savaşı kazanma istidadı göstermeye devam ettiler; fakat savaş gereksiz yere uzadı, zaten fazlasıyla ağır olan yıkım daha da ağırlaştı, ölümler alabildiğine çoğaldı ve hicret furyası alabildiğine büyüdü. Bir müddet sonra “IŞİD” ve yukarıda mezkûr diğer faktörler devreye girdi, savaş tamamen çığrından çıktı ve devrimciler mevzilerini bir bir kaybetmeye başladılar. Bu süreçte ölümler ve hicretler ayyuka çıktı. Devrimcilerin gereken zamanda gereken şekilde desteklenmemesi, onlara ve bütün Suriye’ye çok ama çok pahalıya mal oldu. “IŞİD” ve “YPG”nin menziline giren Türkiye’ye de pahalıya mal oldu.

Devrimcilerin yıldızının parladığı günlerde Ankara’yı onların lehinde doğru dürüst inisiyatif almaya ve bu savaşı bir an evvel bitirmek için elinden geleni yapmaya çağıranların sesini boğarak bugünlere gelinmesine çanak tutan çevreler, şimdi bir de “Suriye’yi bu hale getirip Türkiye’ye üç buçuk milyon mültecinin gelmesine yol açanlar hesap versin!” diyerek zeytinyağı gibi üste çıkıyorlar. Pes!

(KARAR)

Etiketler: » » » » » » » » » » » » »
Share
480 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...