Son Dakika
Türkiye’de kadın kimliğinin inşası ya da değişimi üzerinden yürütülen münakaşalar elbette yeni değil! Batı karşısında kendimizi anlamaya çalıştığımız anda kadını da tartışmaya başlıyoruz. Kısacası son 200 yıldır bu tartışma ve itiş kakış hali sürüp duruyor. Yani mevzu ne İstanbul Sözleşmesi’yle başlıyor ne de sona eriyor.
Türkiye’nin kadın tarihine baktığımızda, en içte kadınların kendi hikâyelerini oluşturduğu süreci, ardından ülkenin hikâyesini ve en dış halkada da dünyadaki değişimleri gördüğümüz bir sarmal çıkıyor karşımıza. Birbirinden ayrılmaz katmanlardan oluşan bu sarmaldan soyutlanıp bir “modern kadın’’ ya da “dindar kadın’’ modeli çıkartmak mümkün değil. Olsa olsa hayal olur. Hakeza erkek için de durum farklı değil.
TOPLUMSAL TARİH VE KADIN OLMAK
Masamın üzerinde iki yayın var bugün. Birincisi ‘Toplumsal Tarih’ dergisinin 31. sayısı. İkincisi de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Din Sosyolojisi öğretim üyelerinden Dr. Şule Albayrak’ın editörlüğünü yaptığı Kadın Olmak isimli kitap. Toplumsal Tarih Dergisi’nde rastladığım, 1930 ve 1960’lardaki kadını anlatan iki makale bugün içinde bulunduğumuz tartışmaların eskiden de hiç hafif geçmediğini gösteriyor.
Türkiye’de ülkenin istikametiyle birlikte kadın kimliği de değişime uğruyor. Tanzimat’la başlayan siyasi ve toplumsal değişim süreçlerinin her birisinde aynı tablo görülüyor. Döneminde her alanda ilerici kabul edilen isimler dahi konu kadına gelince cedelleşmeye başlıyor.
1930’lu yıllarda, Kemalist kültür modeline göre oturtulmaya çalışılan “’Cumhuriyet kadını’’ yani “asri kadın’’ modeli bir taraftan toplumu cepheleştirse de diğer taraftan erkekleri birleştiriyor.
“1930’ların İstanbul Basınında Kadın’’ ismiyle Işık Özel’in kaleme aldığı inceleme yazısında Cumhuriyet kadınını destekleyenler olduğu gibi karşı çıkanlar da olduğu görülüyor. Mesela bir tanesi diyor ki: “Efenim kadın okuyunca ne oluyor? Ne erkeğin yerini tutabiliyor, ne de kendine has meziyetleri muhafaza edebiliyor. İkisinin ortası bir şey vazgeçin efenim.” 1932 yılında Millet Meclisi’nde bütçe görüşmeleri esnasında geçen bir konuşmada kullanılan kavramlar da bir hayli ilginç!!!
“Kadın bugün müstehlik olmaktan çıkıp mühlik” olmuştur diyen milletvekiline Bedia Muvahhit şöyle cevap vermiş: “Bu darbeyi bekâr bir mebus indirmeye kalkışmış olsaydı, bekârlık kabahatini tevil etmek istiyor derdim. Kadın öteden beri müstehlik değil müstahsildir…’’
Şu “bekârlık kabahati” lafı da dönem ruhu açısından dikkat çekici J
O yıllarda “Cumhuriyet kadını’’ demek, asri olmak anlamına geliyor, bazı yeni özellikler yükleyerek bu prototipin içi doldurulmaya çalışılıyor.
1960’lara gelindiğinde ise kadın kimliği siyasi ve ekonomik kırılmalarla yeniden bir değişime uğruyor. Bu yılların getirdiği ekonomik koşullar ve köyden kente göç, kadın konusunu yakından etkiliyor. Fabrika işçisi kadınlar ayrı bir başlık!
Bu dönemde “Cumhuriyet kadını’’ lafının yerini “İdeal Türk kadını’’ tarifiyle bir başka prototipin aldığı görülüyor. Şevket Rado’nun çıkardığı Hayat Mecmuası’nda “İdeal Türk Kadını Nasıl Olmalıdır’’ başlığında bir anket bile başlıyor. Bir İdeal Kadın müsabakası bile yapılıyor. Hayat Mecmuası’nın sayfalarına yansıyan kadından yola çıkarak bir makale kaleme alan Güven Bakırezer o dönemde medyada “kadın ve erkeği eşit gören’’ insanların sayısının çok az olduğunu söylüyor. En ilerici kesim olarak kabul edilen sanat çevrelerinde bile zihniyet değişmiyor. Mesela tiyatro oyuncusu Muammer Karaca, çalışan kadının evinde huzur olmayacağına inananlardan imiş. Ünlü sanatçı Münir Nureddin Selçuk, zaruret olmadan kadının çalışmaması gerektiğini söyleyenler arasında yer alıyor. 1980’li yıllarındaki çağdaş kadın filmlerinin yönetmeni Atıf Yılmaz o yıllarda “kadının çok şey bilse bile alçakgönüllü olması gerektiğini’’ savunanlardan. Dergi, 1967’de bir ideal ev adını yarışması düzenliyor ama birinciliği 41 yaşında iki çocuk annesi lise öğretmeni Lale Ünlü elde ediyor. Dergi sonucu şöyle duyuruyor: “Jüri heyeti Türk kadınlarının meziyetlerinde yepyeni bir unsurun ortaya çıktığını tespit etti.
Yarışmaya katılanların % 89’unun aynı zamanda dışarıda da çalışan hanımlar oluşu klasik ev kadını meziyetlerinin yanısıra hayat yükünü eşleriyle bölüşenlerin sayısının arttığını gösterdi.’’ 1970 öğrenci olayları ve 1980 darbesi kadın tartışmalarını yakından etkiledi. Bugüne geldiğimizde tüm bu tarihi dönemeçlerin kadınlar üzerindeki etkisi devam ediyor. Bugünün kadın prototipi tek tip değil; çok renkli ve seçenekli. Mahalleleri farklı olsa da ortak özellikleri çok.
İz Yayıncılık’tan Şule Albayrak’ın editörlüğünde çıkan ve ağırlıklı olarak din ve kadın ekseninde çalışan kadın akademisyenlerin çalışmalarının yer aldığı kitap; tam da bu noktada tekil bir gelenek ve kadın okumasına karşı çıkıyor. İslâm, gelenek, modernite ve ötesinde, kadın olmayı farklı alanlarda uzmanlaşmış akademisyenlerle birlikte irdeliyor. “Kadın Olmak’’ isimli kitabı tartışmalara katkı sağlaması umuduyla okumanızı tavsiye ederim.
(YENİ ŞAFAK)
Etiketler: Ayşe BöhürlerYorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
02 Mart 2020 YAZARLAR
02 Mart 2020 YAZARLAR
04 Ocak 2020 YAZARLAR
03 Ocak 2020 YAZARLAR