logo

27 Nisan 2019

Hasan Çelebi’den ders almak…


Ayşe Böhürler
a.bohurler@gmail.com

Mesleğimin en sevdiğim taraflarından birisi de hayata bambaşka pencerelerle bakmayı sağlayan kişilerle tanışma fırsatı sunmasıdır.

Bu tanışmalarda onlardan ülkemizin hikâyesini farklı yönleriyle öğrenme imkânı buluruz… Bu hikâyeleri öğrenir ve aktarırken ülkemizdeki kültür sanat insanlarının hikâyelerinin ve onların geçmişle gelecek arasında bağ kurma çabalarının, bu yolda harcadıkları emeklerin yeterince farkına varılmadığını birçok kez fark ediyorum.

Ağzımızı açar açmaz şikâyete, ‘bizde o yok bu yok’ demeye başlıyoruz. Oysa tam tersi; Türkiye’de değerli çok insan var. Sanayicisinden sanatkârına ülkenin taşına toprağına emek vermiş bu insanlar kendilerine değil işlerine, sanatlarına âşıklar. Belki de bu sebeple, öyle kendilerini tanıtma filan derdine de düşmüyorlar. Onları bilen biliyor. Meslek hayatımda bu sırlı kahramanları tanımayı ve onların derin birikimleriyle toplum arasında bir ‘bakır teli’ iletkenliğinde aracı olmayı hep bir vazife bildim. Bu “bakır teli” lafı da Alev Alatlı’dan alıntıdır ve bizim meslektekilerin yapması gerekeni çok da iyi anlatır.

Benim de işim gücüm bu oldu!

Konuklarımın kendi hikâyelerini dinlerken yol âdaplarını öğrenmeye çaba sarf ediyorum ki, sonraki kuşaklara bir örnek olarak anlatmış olalım. Onlar ile izleyici arasında (elbette meraklısı) kendimi bir bakır teli gibi konumlandırmaya çalışırken de; tecrübenin birikimin bilgisi kadar duygusuyla da izleyiciye doğru yansımasına gayret ediyorum. Çünkü bir kez daha gördüm ki aşk, adanmışlık ve sabır olmadan ne ilim ne sanat ne de uzmanlaşma oluyor. Ancak bu iletkenliği bazen başarıyorum, bazen de yeterince bunu yapamadığım duygusu hâkim oluyor içimde.

Geçen hafta Hasan Çelebi ile yaptığım programda da böyle oldu. Bir köy çocuğunun dünyanın tanıdığı, ilminden, ustalığından faydalanmak, meşk yapmak için önüne diz çöktüğü bir hattat olma hikâyesini yeterince anlatamadım duygusuna kapıldım.

Önünde meşke oturan ilk yabancı talebesine “Ben şimdi sana bu sanatı damla damla öğreteceğim” der. Çünkü bu sanatın öğrenme usulü budur. Hasan Çelebi’nin Erzurum’un bir köyünde, kâğıt-kalem yazı merakıyla başlayan hattatlık yolculuğu ve dünyanın sayılı hattatlarının arasına girme hikâyesi sadece hat sanatına ilgi duyanlar için değil, hepimiz için çok öğreticiydi.

İstanbul’a gelişinin hikâyesini, hayatını âşık olduğu sanatla bütünleştirirken merakını, bu sanata verdiği emeği, ustalarına hürmetini dinleyince bir sanatkâr olmanın ötesinde hürmet edilir insan haline gelmenin hiç de kolay olmadığını gördüm.

Hasan Çelebi’nin sıkça tekrarladığı gibi “Hattat” olmak sadece yazı yazmak değil. Hasan Çelebi’nin bugün Afrika’dan Kazakistan’a, Belçika’dan Almanya’ya kadar 25 ülkede cami yazıları bulunuyor. Japonya’dan Amerika’ya, Rusya’ya uzanan geniş bir coğrafyada 70’ten fazla icazetli talebesi var. Elbette onlar da talebeleriyle bu ismi nesilden nesile aktaracaklar.

Hasan Çelebi’nin bugünlere gelmesi kolay olmadı. Mabedleri kuşatan hatları, koleksiyonlardaki nadide eserleriyle hürmet gören bir isim haline gelmesi için yılların geçmesi gerekliydi. Programdan sonra sohbet ederken en büyük üzüntüsünün bu yılları daha iyi değerlendirememek, hocası Hamid Aytaç’tan daha çok şey öğrenememek olduğunu söyledi. Nedenini ise yaşaran gözleriyle şöyle açıkladı: “Anadolu terbiyesiyle, merak ettiklerimi soramadım, çekindim. Hayatı çok zordu, yaşlanmıştı, küçük bir han odasında yalnız yaşıyordu, her işini de kendisi yapardı. Paraya ihtiyacı olduğunda da bir hat yazar, çarşıya çıkar onu satabilirse ihtiyaçlarını karşılayabilirdi. Ona hürmetimden rahatsız etmek istemez, soramazdım. Hocanın yazdıklarını sabaha kadar tetkik ederek, üzerinden yazmaya çalışarak kalemin hareketini öğrenmeye çalışırdım. Keşke daha çok sorsaydım, daha çok kıymetini bilseydim…”

Hasan Çelebi hat yazısının hiç itibar görmediği günlerde bu işe gönül veriyor. Yeteneğiyle itibar görüyor, o dönemlerde Osmanlı-Türk sanatlarına ilgi duyan yegâne ekip olan Emin Barın, Şevket Rado, Rikkat Kunt gibi isimlerin muhitine giriyor. Hamid Aytaç ve Kemal Batanay’ın talebesi oluyor. 18 yıl hocasının yanında kalıyor. IRCICA’nın düzenlediği ilk hat yarışmasıyla, Ürdün Sarayı’nı, Medine-i Münevvere’deki mescidleri süsleyen hatlarıyla şöhreti giderek artıyor. Hattat Hasan Çelebi’nin dünyanın hürmetini kazanan bir hattat haline gelirkenki gayretini, ahlâkını, yol âdâbını çok çok daha iyi anlatmak gerektiğine inanıyorum. Bunun için talebesi Hilal Kazan’ın Hasan Çelebi ismini taşıyan kitabını tavsiye ederim…

Her konuğun bende bıraktığı iz farklı elbette. Ancak işleri farklı olsa da ortak noktaları çok. Bunların başında işine âşık olmak, zorluklardan yılmamak, merak sahibi olmak, yeni fikirlere açık olmak, tecrübeden faydalanmak, çok fazla çalışmak geliyor… Özetle bu ortak noktaların başında, işine kendisini adamak ve onu hayatıyla bütünleştirmek geliyor.

(YENİ ŞAFAK)

Etiketler:
Share
491 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...