Son Dakika
Birbirinden ilginç tesadüflerin ve tatsız rastlantıların coğrafyası olan Ortadoğu’da, geçtiğimiz 16 Aralık günü, dikkat çekici bir resmî ziyaret gerçekleşti. Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir, beraberinde kalabalık bir heyetle, Suriye’nin başkenti Şam’a ayak bastı. Havaalanında Beşşar Esed tarafından törenle karşılanan Sudan Devlet Başkanı, 2011’den bu yana Suriye’yi ziyaret eden ilk Arap lider olarak kayıtlara geçti. Ömer el Beşir ve Beşşar Esed’in, karşılıklı olarak “Arap ülkeleri arasındaki dayanışma ve yardımlaşma” temasına vurgu yaptıkları belirtildi. Liderlerin üzerinde anlaşmaya vardığı bir prensip de, “ülkelerin bağımsızlığına saygı duyulması ve iç işlerine kimseyi karıştırmamaları” şeklinde açıklandı.
Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’in Şam ziyareti, —Rusya’nın Hartum’a 1,5 milyar dolar muadili nakit para pompaladığı iddialarını bir kenara koyarsak— Arap yönetimlerinde Beşşar Esed iktidarına karşı bir kabul ve konsensüsün oluşmaya başladığının ilk somut işareti. Zira, bölge dengelerini bilenlerin de takdir edeceği gibi, Sudan Devlet Başkanı’nın Suudilerin izni veya onayı olmadan Şam’ı ziyaret edebilmesi, mevcut şartlarda imkânsız. Rusya’nın ekonomik yardımı bile, Hartum’un ‘özgür’ karar almasına yetmez. Ömer el Beşir, Şam’da boy gösterdiğine göre, bunun Riyad’ın göz yummasıyla gerçekleştiğini düşünmek en doğrusu.
Umman, Cezayir ve Mısır gibi en başından beri Şam’dan yana tavır alan ülkelerin yanında, Arap Birliği’ni oluşturan diğer üye ülkeler de politikalarını değiştiriyor veya yumuşatıyor. Suriye olaylarının başlangıcında sert bir muhalif tutum takınan Katar bile, komşularının kendisine karşı başlattığı ablukanın etkisiyle, şimdilerde İran’a epey yaklaşmış durumda. El Cezire televizyonu, uzun süredir “Suriye devrimi” temalı haberler yerine, “Yemen’deki Suudi zulmü”ne odaklanan yayınlar yapıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Şam’a müzakere için gönderdiği bir diplomatını artık “kalıcı” hale getirdiği, büyükelçiliğini de yeniden açmayı planladığı belirtiliyor.
Arap Birliği, 2011’de Suriye’nin üyeliğini askıya almıştı. Birliğin Mısırlı Genel Sekreteri Ahmed Ebul Ğayt, geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklamada, “Suriye’nin üyeliğinin askıya alınması kararı, fazla aceleci bir karardı. Bunun gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum” diyerek, Suriye’nin yeniden birliğe dönmesine yeşil ışık yakmıştı.
Tüm bu gelişmeleri göz önüne aldığımızda, Sudan Devlet Başkanı Ömer el Beşir’in, “Arap Baharı” adı verilen bölgesel türbülans sürecinin başlangıç yıldönümüne —17 Aralık— saatler kala soluğu Şam’da alması, bölgemizdeki eski statükonun ve dengelerin yeniden tesis edilmeye başladığının da bir işareti.
***
“Arap Baharı” neydi? 2011’den bu yana, bu soruyu soranlar aşağı-yukarı iki ana kampa ayrılmış durumdalar. Birinci tarafa göre, “olan-biten her şey Batılıların komplosu.” İkinci taraf ise, “Yaşanan devrimler, halkların dirilişinin habercisi” noktasında. Oysa hakikat, bu ikisinin karışımından ibaret. Onur, özgürlük, ekmek ve adalet için ayağa kalkan milyonların haklı taleplerinin, her ülkenin kendi içindeki dengeler çerçevesinde farklı biçimlerde bastırıldığı, dış istihbarat örgütlerinin kendi menfaatlerine göre gidişata yön verme yarışına giriştikleri bir süreci yaşadık, yaşıyoruz. Doğal ve kendiliğinden başlayan bir hareketlenmenin, vakit geçtikçe dışarıdan daha fazla müdahaleye uğradığı, hedeflerinin saptırıldığı ve nihayet akim bırakıldığı bir süreç… “Arap Baharı” bu yönüyle ne tamamen “komplo” ne de tamamen “diriliş.”
Bugün karşımızdaki tabloda bir yenilgiler ve yanılgılar manzarası olduğu açık. Ancak durum böyle diye, milyonlarca insanın sokaklara dökülmesine ve can vermesine yol açan problemler de ortadan kalkmış değil. Coğrafyamızda hâlâ adaletsizlikler, zulümler, baskıcı yönetimler, yolsuzluklar, insan onuruna yakışmayacak muameleler, kaynak israfı, yabancı tasallutu ve daha birçok maraz, insanların ufuklarını kesif bir dumana boğmuş durumda. “Arap Baharı”nda dile getirilen taleplerin öyle ya da böyle bastırılması, bu taleplerin bir gün yeniden canlanmasına ve gelecek nesillerin yeniden onur ve şerefleri için ayağa kalkmasına engel olmayacak. Tarihin bize verdiği azim bir derstir bu.
“Arap Baharı” sürecinin kazananı durumundaki ülkeler, siyasî yorumlar ve çevreler, coğrafyamızdaki problemler halledilmediğinde, günün birinde daha büyük patlamaların yaşanacağından şimdiden emin olmalı. Örneğin Suriye’de, hiç de uzak olmayan bir gelecekte, halkta biriken öfke, kin ve hayal kırıklıkları bir infilaka dönüşecek. Bu, güneş gibi ortada bir hakikat. Savaşın kazananlarının, “Bu halk hangi şeylerden rahatsızdı ki, ayaklandı?” sorusunu sorması ve cevabını bulması şart.
***
Suriye savaşında yıkılmış bir caminin fotoğrafının üzerine, “Birileri elinize silah verip, ülkenizin yönetimini devirmenizi isterse, bu manzara aklınıza gelsin” yazmak, olayları açıklamaya yetmiyor. Bu cümle, halkın haklı şikâyetlerini, on yıllardır maruz kaldığı aşağılanmayı ve yabancıya el açacak kadar çaresiz kalışını gözden kaçıran bir tuzak aslında. Coğrafyaya yabancıların müdahalesi kadar, yabancıların bu coğrafyada nasıl yer bulabildiğini ve halkların neden yabancıdan medet umar hale geldiğini de konuşabilmek gerekiyor. Tarihi ve coğrafyayı doğru anlamak gibi bir kaygımız var ise.
(YENİ ŞAFAK)
Etiketler: Ahmed Ebul Ğayt » Arap Baharı » Arap Birliği » Beşşar Esed » Ömer El-Beşir » Ortadoğu » Rusya » Şam » Sudan » Suriye » Taha KılınçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
02 Mart 2020 YAZARLAR
02 Mart 2020 YAZARLAR
04 Ocak 2020 YAZARLAR
03 Ocak 2020 YAZARLAR