logo

03 Ağustos 2019

Başkası için ağlayabilenler


Yasin Aktay
y.aktay@gmail.com

Evvelki gün Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy’un yönettiği tartışma programında Suriyelilerle ilgili yükselen olumsuz algıları konu eden tartışma programının etkisi altındaydım. Sadece o program değil tabi, televizyonda, sosyal medyada son zamanlarda duyduğumuz sözler insanlığa dair benim bile iyimserliğimi tüketmeye doğru gidiyordu. “Benim bile” diyorum, çünkü felsefi ve siyasi olarak nasıl iflah olmaz bir iyimser olduğum sır değil.

Ta ki dün trafikte seyir halindeyken aldığım bir telefon… Baktım daha önce de aramış ama fark edememiş olduğum bilinmeyen bir numara.

Açtım, telefonda son derece üzgün, hüzünlü bir ses. Çok yabancısı olmadığım bir durum. Siyasetin içinde olmak itibariyle her gün bu türden çok telefon alıyorum. Çaresiz veya çaresizlik hisseden bir çok insan siyasetçiyi çare kapısı görüyor. En çok kendisi, çocuğu veya bir yakını işsiz olanların iş talepleri, uğramış olduğu bir mağduriyeti giderme arayışı, aile birleşimi kapsamında tayin talepleri dolayısıyla veya sadece dertleşmek için arayanlar. Herhangi bir beşerin bu kadar çok talebi karşılaması, hepsine yetişmesi mümkün değil. Ancak bazen sadece dert dinlemek bile yeterince hayra geçebiliyor.

Telefondaki sesin çok dertli olduğunu anlıyorum, uzun süre kendisini tanıtmadan, sorununun ne olduğuna da girmeden sadece nasıl bir çaresizlik hissettiğini anlatıyor. Ben her gün aldığım türden bir telefon zannediyorum, o aşinalığın oluşturduğu bir nebze rutin içinde dinliyorum bir süre. “Kendinizi bir tanıtsanız” diyorum, “Nedir meseleniz?”

Mevzuya giriyor:

Bir komşuları var, Suriyeli. Birkaç yıldır komşuluk yapıyor, ama mahalleye geldiğinden beri o kadar çok kaynaşmış mahalleliyle, o kadar çok herkesin hayatına değmiş ki, aileden biri gibi olmuş.

“Mesela ben hasta olduğumda kendi ailemden görmediğim ilgiyi ve yardımı kendisinden gördüm” diyor. “Suriye’de kendisi de yakınları de Esad zulmüne karşı da aşırılıkçı terör örgütlerine karşı da savaşmış. Kardeşi ölmüş, kendisi ise ayağından yaralanmış ve şimdi platin takılı. Gelmiş Türkiye’ye, kendisine bir şehirde yaşamak üzere oturum verilmiş yerleşmiş. Ama o şehirde geçimini sağlayamadığı için gelmiş İstanbul’a. O gün bugün aynı yerde yaşıyor.

Suriye’deyken hatırı sayılır bir işadamı, hali vakti yerinde, ticaretini yapan biri. Şimdi ise badana, boya, inşaatta ne iş bulsa yapıyor ama evde aç oturur hiç kimseye aç olduğunu, ihtiyaç halinde olduğunu asla söylemez.

Bütün mahalleli onu çok seviyor, onu kendilerinden biri sayıyor. Bir süre önce başlayan uygulamalar dolayısıyla evine kapanmış, çıkmıyor, çünkü kayıtlı olduğu ile gittiğinde hem burada kurduğu düzeni orada kuramaz, hem iyi kötü burada geçimini sağlıyor, orada ne yapacak? Biz mahalleliler olarak aramızda imza topladık, komşumuzu terk etmek istemiyoruz. Komşumuzu bizden almayın diyoruz.”

Kadın bütün bunları anlatırken sesi sonlara doğru daha ağlamaklı hale geliyor. Sonda da hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Ne yalan söyleyeyim, ben de gözyaşlarıma hakim olamadım, sözcüklerim boğazımda tıkandı, yutkundum, bir süre tepki veremedim.

Yaşadığım şey bir mucize gibiydi. Biliyorum. Son zamanlarda şahit olduğumuz o anlayışsız, merhametsiz, ırkçı sesler, sekiz yıldır mazlum, mağdur, mahcur insanlara kapılarını açmış, onlara ensar olmuş asil bir milletin sesleri olamazdı.

İşte umudun tükenmeye yüz tuttuğu anda çıkıp gelen mucize buydu. Şimdiye kadar aşina olduğum, kendi bireysel dertlerini, taleplerini anlatan telefonlar arasında ilk defa böylesine beni şahit kılıyordu. Kendisi için bir şey istemiyordu bu ses, başkası için istiyordu. Kendine ağlamıyordu, başkasına ağlıyordu. Gerçi kendine ağlayana da asla kulak tıkamam, ama başkasına ağlayanın temsil ettiği etik seviyesi, insani seviye, eşrefi mahlukatın yücelerini gösteriyor bize.

Bir yandan da koca koca siyasetçiler, profesörler yekunu 4 milyona yaklaşan bir halk hakkında, hiçbir bireysel hayatı, hissiyatı, duyguyu dikkate almadan cansız bir nesneymiş gibi konuşuyorlar.

“Sürelim, gönderelim, defolsunlar, ne halleri varsa görsünler” seviyesinde bir söylemin giderek normalleşmeye yüz tuttuğu, normalleştikçe insanlıktan bir şeylerin yitip gittiği, üstelik neyin yitip gittiğini de çoğu kişinin fark etmediği bir karanlık atmosfer var.

Ayşe hanımın sesi bir anda o asil milletimizde bastırıldığını sandığım vicdanın, ahlaki güzelliğin bu karanlık atmosfere tekrar doğan güneş gibi ışımaya başladığını hissettim.

O güzel ses yine ağlayarak ve başkası için yalvararak “ne olursunuz, isterseniz o mahalleli komşularımızın imzalarını da size yollayayım, komşumuzu bizden almasınlar, biz onlara çok alıştık” diyor.

Komşu ya!

Suriyeliler muhacir olarak geldiler. Doğrudur. Muhacirlik ezeli bir durum değildir. Zaten bireysel olarak kimsenin hayatında muhacirlik özellikleriyle yük olmuş değiller.

Oysa şimdi bize komşular.

Komşunun kimin üzerinde ne hakkı vardı? Bunun vatandaşlıkla mı alakası vardı, ödediğimiz vergilerle mi? Onu bunu bilmiyorum. Ben Ayşe hanımın “komşusuna ağlayan” sesinde bütün insanlık için umut ışığını gördüm.

Başkası komşundur diyor. Başkası cehennem veya yabancı veya nesne değildir. Başkası komşundur. Nokta.

(YENİ ŞAFAK)

Etiketler:
Share
360 Kez Görüntülendi.

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • İNZAL EDİLMİŞ ADIMIZI, ÜRETİLMİŞ “İSLÂMCI” KAVRAMI İLE DEĞİŞTİRMEK SAPMALARA KAYNAKLIK ETMİŞTİR

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Her din ya da ideoloji, kendini özgün taşıyıcı kavramlarıyla ifade eder, tanımlar ve mesajını insanlara ulaştırır. Temel tanımlayıcı kavramlar, nötr değildirler; zihnine girdikleri, kendilerini benimseyerek kullanan insanları, kendi arka planındaki din, düşünce, felsefe ve ideoloji istikametinde dönüştürürler. Bunlar, o din ya da ideolojinin, taşıyıcı, inşa edici ve dönüştürücü etkiye sahip olan inanç eksenli kavramlarıdır. Bir de taşıyıcı olmayan, yani dinî ve ideolojik boyutu belirleyici olmayan kavramlar vardır ki onları, her din ya da ideol...
  • ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir Kaynak: ‘Savaş ve Siyaset’, Aynı Hedef İçin, Farklı Silâhlarla Yapılan Eylemler Manzumesidir – SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

    02 Mart 2020 YAZARLAR

    Bu Pazar günü, birkaç noktaya değinelim: 1- Anamuhalefet’in lideri ve sözcülerinin, ‘Bizim askerimizin tırnağının ucundan kesip attığı bir parça bile bütün Suriye’den daha değerlidir.’ şeklindeki sözü çok matah bir şeymiş gibi geçen hafta boyunca sık sık dile getirmeleri sorgulanması ve utanılması gereken bir yaklaşımdır. KK ve adamları, yürekleri elveriyorsa, aynı sözü, Suriye için değil de, o ülkeye yarım asırdır zorla tahakküm ve zulmeden Baas Partisi, Esed Hanedanı ve Beşşâr Esed’in şahsı için söylesinler. Ama, dilleri varmaz ona bir olu...
  • Süleymani’nin öldürülmesine niye sevineyim?

    04 Ocak 2020 YAZARLAR

    İran’ın önemli generallerinden birisi, ABD füzeleri ile öldürüldü. Sevinmemiz gerektiğini söylüyor bazılarımız.. Gerekçeler önümüze koyuyorlar.. “Ortadoğu’da sürekli Şia mezhebinin yayılması için, haksız girişimlerde bulunup, örgütlenmeler yaptı.. Suriye’de binlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu.. Yemen’den sorumlu.. Irak’tan sorumlu.. Kadınların ırzına geçilmesinden sorumlu.. Bebeklerin ölümünden sorumlu.. Esad’ın kimyasal silah kullanmasından sorumlu..” Devam ediyor, tutulan liste.. Devam ediyor, gerekçeler.. Ben ise şöyle bakıyor...
  • Tapu idaresi tepkide niye gecikti?

    03 Ocak 2020 YAZARLAR

    Haber yankı uyandırmış, konu nazik, konu netameli, ucu 'çılgın proje' hassasiyetlerine dokunuyor, kamuoyu zaten teyakkuzda, duyarlılık tavana vurmuş, üstüne belediyelerin tapu bilgilerini online sorgulama yetkisinin kaldırıldığı söyleniyor, Kanal İstanbul hattındaki arazileri toplayanların izi sürülemeyecek deniyor, yer yerinden oynuyor... Ne beklersiniz; tepkilerin hedefindeki Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün zaman kaybetmeden, sabah ilk iş duruma açıklık getirmesini. Peki onlar ne yapıyor? Haberi alan alıp satan sattıktan sonra, a...